YAŞAYAN MİRAS VE KÜLTÜREL ETKİNLİKLER GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

Hacı Bektaş Velî Tasavvufu ve Felsefesinde Simgeleşen Olgular

Hacı Bektaş Velî’nin etrafında birçok keramet anlatılmaktadır. Onun kuşa dönüşme ve uçması, bir turna görünümüne bürünebilmesi, Anadolu’ya güvercin donunda gelmesi, Bektaşî ayinlerinde de kullanılmaktadır. Semahlar, turnaların uçuşunu yansılar. Oniki İmam’ı simgelemek üzere on iki genç kızın yer aldığı, Semahlarından birine “Turna Semahı” adının verilmesi bundandır.

Hacı Bektaş Velî’nin aslan görünümüne girmesi, dağları yürütmesi de onun simgeleşen özelliklerindendir. Vilayetname’de, Hacı Bektaş’ın bir Moğol köyünde, ölü bir çocuğu yaşama döndürmesi, kuraklığı gidermesi, yulafı buğdaya çevirmesi, tuz ihtiyacını gidermesi de bu simgelerden bazılarıdır.

Vilayetname’de, Hacı Bektaş, ibadet edeceği zaman, öğrencileri ile birlikte bir dağa çıkıyordu. Bugünkü Hacıbektaş kasabasına 15 kilometre uzaklıkta sönmüş bir yanardağ olan bu yere Hırka Dağı denmektedir. Onun, dua için seçtiği bu dağda ardıç ağaçları yetişmekteydi. Burada dervişler bir ateş yakıp, çevresinde sema yaparak kırk kez dönüyorlardı. Bir gün, kendinden geçiş anında, Hacı Bektaş, bu ateşe hırkasını atmış. Dağın adına bu sebeple, Hırka Dağı denmiştir. Ateş yanıp bittiğinde, dervişler dağdan inmeden önce, yerdeki kutsallığı silmek için, külleri göğe savururlar. Bu sebepten ötürü ardıç, kutsal bitkilerden sayılmaktadır. Hırka Dağı’ndaki törenin anlatımları, Hacı Bektaş’ın kişiliğini yeniden aydınlatıyor.

XIV. ve XVI. yüzyıllar arasında, Bektaşîlik belirgin biçimini kazandığında ise, içe içe geçmiş birçok inançsal olgu bulunacaktır. Bektaşîlik üzerine ilk etkilerden biri; Şîîlerce, altıncı İmam Ca’fer-i Sâdık’a atfedilen harfler bilimi temelli ve Tevrat yorumları kökenli bir öğreti olan, Hurufîliktir. Bu etkiyi Anadolu’ya taşıyan Bektaşîlerin yedi büyük şairinden biri sayılan, Nesimî’dir.  Nesimî ile birlikte bu etki içerisinde yedi büyük Bektaşî şair arasında sayılan Viranî ve Yeminî’yi de sayabiliriz.

Hacı Bektaş, bütün bunların dışında uzlaşmacı kimliği ile de karşımıza çıkar. Bunu anlatan halk söylenceleri görüşümüzü doğrular niteliktedir: Üçhisar adlı diğer bir köyde insanların birbirleriyle geçinemediklerine, sürekli kavga ettiklerine şahit olan Hacı Bektaş Velî, onlara şu öğüdü verir: “Birbirinizin gönlünü kırmayın. Çünkü inananın gönlü Kâbe’ye benzer. Lakin gönül ondan da ileridir. Çünkü gönül Tanrı’nın evidir. Tanrı ile gönül arasında perde yoktur. Kâbe nasıl dokunulmaz, mübarek ise gönül de Tanrı’nın tecellî ettiği yer olduğu için mübarektir, ona dokunmayın.” Hacı Bektaş Velî kendisini şöyle tanıtmaktadır: “Horasan’dan Hicaz’a oradan da Sivas şehrine gitmekteyim. Maksadım, şâkî olana aman vermemek ve ahalinin barış ile bir arada yaşaması için gerekli olan gerçek sırlarını anlatmaktır. Bunun için pirim Hoca Ahmet Yesevî’den emir alıp Anadolu’ya geldim.” Hacı Bektaş Velî insanı şöyle tanımlamaktadır: Yaratıcı Âdem’i dört nesneden yarattı ve dört bölüğe ayırdı. Bu dört bölüğün dört türlü ibadetleri, dört türlü arzuları ve dört türlü hâlleri vardır. Âbitler, şeriat kavmi olup saf yaradılışlıdırlar. Bunlar ibadet eder, nefsî arzularını terk ederler. Ancak bu bölüm henüz kibir, haset, buğz ve düşmanlık gibi kötü huyları terk etmemişlerdir. İkinci kavim olan zahitler, tarikat kavmidir. Bunların ibadetleri de gece-gündüz Allah’ı zikretmektir. Bunlar devamlı ümit ve korku arasında yaşarlar. Üçüncü kavim ariflerdir, bunlar da marifet kavmidir. Arifler su gibi temiz ve arıdır. Takva üzerinde olan arifler, kibir, öfke, kin, düşmanlık ve gıybetten uzaktırlar. Dördüncü kavim muhiplerdir. Hakikat kavmi olan muhipler, teslim ve rıza üzerindedirler. Bunlar herkesin anlayamayacağı batınî meseleleri anlayan mânâ kavmidirler. Oturanlardan biri: “Ey ulular ulusu, biz bu yolun hakikatini öğrenmek isteriz.” dediğinde onlara şu cevabı verir: “Bu yola girmenin ilk mertebesi ‘iman’dır. İmanın ilk şartı kelime-i şahadet getirmektir. Ama bizim sözümüz budur ki: Rahman sıfatı nedir ve şeytanın aslı nedir? Önce bunu bilmek gerek. Şimdi şöyle bilmek gerek ki, Rahman’ın aslı imandır ve şeytanın aslı fenalıktır. İman akıl üzeredir, akıl sultandır. Sultan giderse nâib de duramaz. İman bir hazinedir. İblis bir hırsızdır. Akıl hazinedardır. Hazinedar giderse, hırsız da hazineyi çalar. Ve bir söze göre insan koyundur ve akıl çobandır ve iblis kurttur. Çoban giderse kurt koyunu ne yapar? Şimdi yaratan Tanrı’ya inanmak imandır ve emrini tutmak da imandır ve sakın dediğinden sakınmamak Tanrı’ya inanmamaktır.