YAŞAYAN MİRAS VE KÜLTÜREL ETKİNLİKLER GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

TARİHÎ VE MENKIBEVÎ (1209-1271) YAŞAMI

XIII. yüzyılda yaşamış olan Hacı Bektaş Velî hakkında objektif ve bilimsel anlamda kesin yargılarda bulunmak son derece güçtür. Bir taraftan hakkındaki kaynakların yetersizliği, diğer taraftan ölümünden bu yana geçen yaklaşık 800 yüzyıla yakın bir süre içinde tarihsel kimliğinden soyutlanarak artık tamamen bir “Ulu Kimlik” hâline gelmiş olması bilimsel değerlendirmeleri güçleştirmektedir.

Baba Resul’ün önemli halifelerinden olan Hacı Bektaş Velî hakkında, döneminin kaynaklarında hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Onun hakkında bilinenler aşağı yukarı Velayetname’ye dayanır. Uzun Firdevsî tarafından Hacı Bektaş’ın ölümünden iki yüzyıldan sonra yazılan Hacı Bektaş Velâyet-nâme’si de Hacı Bektaş’ı tam olarak ortaya koyamamaktadır.

Âşıkpaşazade, Hacı Bektaş’ın Baba İlyas’la olan ilişkisine açıkça işaret etmesine rağmen, birçok araştırmacı tarafından Baba İshak’ın halifesi olarak görülmüştür. Ahmed Eflakî, Elvan Çelebi ve Âşıkpaşazade’nin güçlü şehadetleriyle Baba İlyas ile Hacı Bektaş arasında bir Şeyhlik-Halifelik bağlantısının bulunduğu kesinlik kazanmıştır. Âşıkpaşazade, onun kardeşi Menteş ile birlikte Baba İlyas’a intisap ettiğini, sonra birlikte Kırşehir’e geldiklerini, oradan Kayseri’ye geçip, Menteş’in buradan Sivas’a giderek orada öldürüldüğünü, bunun üzerine Hacı Bektaş’ın Karayol (Sulucakarahöyük)’a gittiğini bildirmektedir.

Velayetname’ye göre;  Hacı Bektaş, Horasan’ın Nişabur şehrinde doğmuş olup, İmam Musa Kâzım’ın neslinden gelen ve İbrahim-i Sânî diye tanınan Seyyid Muhammed’in oğludur. Buradan Hacı Bektaş’ın Anadolu’nun eski sakinlerinden olmadığı, Moğol istilası sırasında buraya göç ettiği anlaşılmaktadır. Irène Beldiceanu’nun tespitleri; Hacı Bektaş’ın Sulucakarahöyük’e Velayetname’nin yazdığı gibi yalnız bir derviş olarak gelmediğini, kendine bağlı “Bektaşlu” adını taşıyan bir oymakla birlikte geldiğini ortaya koymaktadır. Bu da bize, Türkmen babalarının hem kabile şefi hem de birer dinî önder olduklarını göstermektedir.

Ayrıca, Velayetname’ye dayanarak Hacı Bektaş Velî’nin başka bir Türkmen boyu olan Çepniler arasına yerleştiği de söylenebilir. Bu bilgi üzerine Ahmet Yaşar Ocak, Bektaşlu Oymağı’nın, Çepni Boyu’nun bir parçası olabileceğini söylemektedir.

Halk nezdinde Hacı Bektaş Velî’nin yaşamı daha masalsı anlatımlarla hafızalara kazınmak istenmiştir. Hacı Bektaş Velî Velâyetnamesi’ne göre, Hacı Bektaş Velî, Horasan hükümdarı İbrâhimus-Sânî Seyyid Muhammed ile Şeyh Ahmed adlı Nişâburlu âlim bir zâtın kızı Hatem (Hatme) Hâtûn’un oğludur. Hacı Bektaş Velî, Hoca Ahmet Yesevî’nin talebesi ve halifesi Lokman Perende’nin yanında eğitimini tamamladıktan sonra, Lokman Perende’nin “Biz bu yokluk yurdunda çok eğlenmeyiz, âhirete gideriz. Var, seni Rum’a saldık, Sulucakarahöyük’ü sana yurt verdik, Rum abdallarına seni baş tâyin ettik.’’  sözü üzerine, Anadolu’ya gelmek için yola çıkar. Hacı Bektaş Velî’nin Anadolu’ya gelişinde çeşitli engellemeler olur. O sırada Anadolu’da yaşayan kimi erenler, Rum halkının Hacı Bektaş’a bağlanacağını ve kendilerinin önemsiz bir mevkide kalacaklarını düşünerek onun gelişini engellemek için ortak karar alırlar. Ancak, Hacı Bektaş Velî, bütün engellemeleri aşarak Anadolu’ya gelir. Anadolu’ya, Bozok’tan girer. Daha sonra Kayseri’ye varır. Kayseri’den Ürgüp’e gelirken yolda Sinesos adlı bir Hristiyan köyüne ulaşır. Burada çok fazla kalmadan Üçhisar adlı diğer bir köye geçer.

Hacı Bektaş Velî’nin Sulucakara-höyük’e güvercin donunda (şeklinde) inmesi, Rum erenleri arasında bir huzursuzluğa sebep olur. Hacı Bektaş’ın alt edilmesi için, Karaca Ahmed adlı bir eren gönderilir. Karaca Ahmed, her mahlukun eşiyle oturduğunu, yalnız Sulucakarahöyük’te güvercin şekline girmiş bir erenin tek başına oturduğunu maneviyatta anlar. Bu eren Hacı Bektaş Velî’dir. Rum erenlerinden Bayezid Sultan Halifelerinden Hacı Doğrul, doğan donuna girerek, güvercin şeklinde duran Hacı Bektaş’ı avlamaya gelir. Heybetle güvercinin üzerine iner, Hacı Bektaş o anda insan şekline dönerek doğanı yakalar, aklı başından gidinceye kadar sıkar ve yere bırakır. Hacı Doğrul, kendine gelince hemen ayağa kalkıp Hacı Bektaş’ın eline ayağına düşer, affedilmesini ister ve Hacı Bektaş Velî’ye uyma konusunda söz verir. Bunu arkadaşlarına da anlatmak için geri döner. Ancak, Rum erenleri bu daveti kabul etmezler. Herkes kendi yoluna gider. Bu hâl, Hacı Bektaş’a malum olur. Hacı Bektaş Velî de bir rivayette kırk gün, bir başka rivayette üç gün çerağlarını söndürür. Hacı Bektaş Velî’nin bir işaretiyle Rum erenlerinin altlarındaki seccadeler kaybolur. Sonunda bu erenler bir yere toplanarak Hacı Bektaş’a gitmeyi kararlaştırırlar, huzuruna varıp elini öperler. Hacı Bektaş’ın kimliğini, nereden geldiğini, kime bağlı olduğunu sorarlar. Hacı Bektaş, Horasan erenlerinden olduğunu Türkistan’dan geldiğini, mürşidinin Sultan Hoca Ahmet Yesevî olduğunu söyler. Erenler buna karşı delil isterler. Hacı Bektaş, Ahmet Yesevî Hazretlerinden aldığı icâzetnâmeyi çıkarmak isterken, gökyüzünde bir duman belirir ve Hacı Bektaş’ın önüne düşer. Bu, yeşil sayfa üzerine ak yazıyla besmele ve ondan sonra icazeti yazılı bir fermandır.

Hacı Bektaş’ın ölümü ile ilgili anlatılan söylence ise şöyledir: Hünkâr bir gün ibadet ettikten sonra halvete çekildi. Sarı İsmail’içağırarak ona: Sen benim has halifemsin, bugün perşembe, ben bugün ahirete göçeceğim, göçünce kapıyı ört, dışarı çık. Çiledağı tarafını gözle, oradan bir boz atlı gelecek, yüzünde yeşil örtü olacak. Bu zat, atını kapıda bırakıp içeri girecek, bana Yasin okuyacak. Attan inip selam verince selamını al, onu ağırla. Hülle donundan kefenimi getir, o beni yıkar. Beni yıkarken su dök, ona yardım et. Ceviz ağacından tabut yapar, beni tabuta koyun, ondan sonra beni gömün. Sakın onunla söyleşmeyin. Dünya hâli budur, gelen gider. Sen de hizmet et, sofra yay. Himmet dilersen cömertlikte bulun. Benden kisvet giyen her mürit konuk istesin, konuğa hizmet etsin. Kimsenin yatan itini kaldırmasın, kimseye karşı ululanmasın, haset etmesin. Ölümümden sonra bin koyunla, yüz sığır kurban et, bütün halkı çağır. Hizmet et, onları doyur. Yedinci ve kırkıncı günü helva dağıt. Korkma erin harcı eksilmez. Ne kadar muhip ve müritvarsa davet et, onları topla. Öğüt ver sakın ağlamasınlar. Bir halifem de Barak Baba’dır. Gerçek bir erdir, ona da söyleyin Karasi’ye varsın, Balıkesri’ye gidip orayı yurt etsin. Hacı Bektaş Velî bunları söyledikten sonra, Tanrı’ya niyazda bulundu. Peygambere salavat getirdi. Kendi kendine Yasin okudu ve Hakk’a yürüdü. Sarı İsmail, vasiyet gereği Hünkâr’ın yüzünü hırkasıyla örttü. Halvetin kapısını çekip dışarı çıktı. Hünkâr’ın muhipleri ve müritleri, dört bir yandan gelerek ağlaştılar. Derken bir de baktılar ki Çiledağı tarafından bir toz koptu. Bir anda yaklaştı, Hünkâr’ın dediği gibi bu zatın elinde bir mızrak vardı. Yüzüne yeşil örtü örtmüştü. Altında da tarife uygun olarak boz bir at vardı. Erenlere, mürit ve muhiplere selam verdi. Selamını aldılar. Mızrağını yere dikti. Atından inerek doğruca halvete girdi. Kendisiyle beraber içeriye yalnız Sarı İsmail girdi. Kara Ahmed kapıda durdu. Kimseyi içeriye sokmadı. Sarı İsmail su döktü, yüzü örtülü er yıkadı. Yanındaki hülle donları kefen yaptı. Tabuta koyup doğruca musallaya götürdüler. Boz atlı er imamlık etti, erenler de saf olup ona uydular. Cenaze namazı kılındı, götürüp mezara koydular. Boz atlı erenlerle vedalaştıktan sonra atına atlayarak yürüdü. Sarı İsmail, acaba bu kim, diye merak etti. Eğer Hızır’sa görüştüğüm için tanımam lazımdır deyip ardından koştu, yüzü örtülü ere: Namazını kıldığın, yüzünü gördüğün er hakkı için, kimsin bildir bana, dedi.  Boz atlı er, Sarı İsmail’in yalvarmalarına dayanamadı, örtüsünü açtı. Hacı Bektaş Velî’nin kendisinden başkası değildi. Sarı İsmail atının ayağına düşüp yalvardı: Lütfen erenler şahı, otuz üç yıldır hizmetindeyim, kusurum var seni bilememişim, suçumu bağışla, dedi. Hünkâr: Er odur ki ölmeden ölür, kendi cenazesini kendi yıkar. Sen de var buna gayret et.” dedikten sonra Çiledağı’na yönelip gözden kayboldu. Rivayete göre, Hacı Bektaş Velî vefat ettiğinde 63 yaşındaydı.

Hacı Bektaş Veli’nin Hak’ka yürümesinden sonra onun düşünce sisteminin birinci ve ikinci kuşak temsilcilerinden bazıları şunlardır:

Kaygusuz Abdal

Seyyid Ali Sultan (Kızıl Deli)

ve Seyyid Rüstem

Hacım Sultan

Koyun Baba (Âşık, Ârif, Arık Çoban)

Otman Baba (Hüsam Şah)

Akyazılı Sultan (Akyazılı Baba)

Şeyh Balı

Seyyid Mahmud Hayrani

Güvenç Abdal

Baba İlyas Horasani

Sarı İsmail

Seyyid Cemal Sultan

Barak Baba

Tapduk Emre

Abdal Musa (Musa Baba)

Sarı Saltık

Balım Sultan

Gül Baba

Garip Dede

Hasan Demir Baba